Connect with us

Sağlık

Sınavın “Köprüden Önce Son Çıkış” Olmadığı Çocuğa Hissettirilmeli!

Sınav dönemleri hem öğrenciler hem de aileler için oldukça stresli olabilir ki bu oldukça normal bir durum.

Yayınlandı

on

Ancak bu dönemi hem ebeveynlerin hem de çocukların daha sağlıklı ve verimli geçirmeleri adına bazı önemli noktalara dikkat etmek gerekiyor. Bu dönemde belirli bir dozda sınav kaygısının doğal olduğunu hatırlatan Uzm. Psikolog Zeynep Göktuna, kaygısı artan, sınava olduğundan farklı anlamlar yükleyen öğrenciler için her sınavın bir kriz olduğuna işaret etti. Bunu önlemek adına da sınava çok az zaman kala özellikle ebeveynler için önemli uyarılarda bulundu. 

 

LGS yaklaştıkça çocuklarda kaygının arttığını anlatan Uzm. Psikolog Zeynep Göktuna “Kaygının en önemli nedeni belirsizliktir. Sınav sonucunun nasıl olacağı; dolayısıyla geleceğinin nasıl etkileneceği, yaşanacakların net olmayışı kaygı yaşanmasına neden olmaktadır” dedi. 

“Çocuklar; hayatlarının akışını etkileyecek bir yarışa girecekler, bu ‘yarışta’  belirli dozda yaşanan kaygı normaldir” diyen Yeditepe Üniversitesi Bağdat Caddesi Polikliniğinden Uzm. Psikolog Zeynep Göktuna, “ çocuk sınava farklı anlamlar yüklediğinde, sınavı mutlaka kazanılması gereken bir ‘savaş’ olarak algılamaya başladığında; her bir çalışma testini, hatta her bir soruyu da bir savaş olarak görmeye başlar ve böylelikle kaygı gün geçtikçe artar ve sınav dönemi atlatılması çok zor olan bir ‘kriz’ haline dönüşür. ” diye konuştu. 

Zeynep Göktuna, yanlış anne baba tutumları, çocuğun ‘ailemi hayal kırıklığına’ uğratırsam korkusu, huzursuz aile ortamı, sürekli ders çalış baskısı,  ailenin sınav ve sınav sonuçlarıyla aşırı ilgilenmesi, ailenin sınavı çocuğun hayatının en önemli olayı olarak görmesi, çocuğa sınavı mutlaka kazanması gerektiği mesajının verilmesi, çocuğun sınava farklı anlamlar yüklemesi,  ailenin beklentisinin çocuğun kapasitesinin üstünde olması, çocuğun başkalarıyla kıyaslanması, çocuğun sınavla ilgili korkularının yeterince önemsenmemesinin  kaygıyı attıran nedenler olarak sıraladı. 

ÇOCUĞUN PSİKOLOJİSİ NEYİ ANLATIYOR?

Sınava hazırlanan öğrencinin içinde bulunduğu psikolojiyi iyi anlamak gerektiğini söyleyen Uzm. Psikolog Göktuna, “Bu dönemde çocuklar sınavı mutlaka kazanmak zorunda oldukları bir yarış olarak algılarlar. Aile, arkadaşlar ve yakın çevrenin sadece alacakları puanla ilgilendiklerini, sınavı kazanırsa etrafındaki herkesin kendisine daha çok değer vereceğini düşünürler bununla birlikte sınav döneminde ailelerin kendileri için yaptıkları fedakarlıklar nedeniyle ailelerine karşı borçlu ve suçlu hissederler. Bunun sonucunda da kendilerini daha çaresiz hissedebilirler.   Bu hissettikleri de sınav döneminde davranış değişiklerinin baş göstermesine neden olur. Bunun sonucunda da kız öğrencilerde alınganlık, kolay ağlama, içe dönüklük, erkek öğrencilerde ise kolay öfkelenme gibi davranış değişiklikleri baş gösterebilir.” Diye konuştu. 

SINAV ÖNCESİ ÇOCUKLARA NASIL DAVRANILMALI?

Öncelikle çocuğunuza, insanın her zaman kazanmasının ve başarılı olmasının mümkün olmadığını, kazanmak kadar kaybetmenin de hayatın bir parçası olduğunu ve hayatın sonu olmadığını anlatın” diyen Zeynep Göktuna, bu konuda ailelerin tutum ve davranışlarının nasıl olması gerektiğine dair şunları anlattı: “Çocuğunuza, O’nun başarısından çok önemli olanın ‘elinden gelenin en iyisini yapması’ olduğunu, sınavın O’nun kaderi olmadığını, sınavın O’ndan daha değerli olmadığını, sınavda başarısız olsa da O’na karşı sevginizin devam edeceğini, sevginizden hiçbir şeyin eksilmeyeceğini, O’nu destekleyeceğinizi ve olumsuz bir yaklaşım sergilemeyeceğinizi ve O’nu her koşulda seveceğinizin mesajını verin. ‘Sınav bizim için önemli değil’, ‘Kazanamazsan da Olur’ gibi sözler söylerken, ağzınızdan çıkanla beden dilinizin birbiri ile uyumlu olmasına da her zaman özen gösterin ve dikkat edin. Unutmayın ki birbiri ile çelişkili mesajlar verdiğinizde çocuğunuz daha çok beden dilinize dikkat edecek ve bunun sonucunda da ailenin kaygılı hali çocuğa yansıyacaktır.”

“ÇOCUĞUNUZLA EMPATİ KURUN!”

“Sınava hazırlanma sürecinde ve sınav sırasında yaşayacakları tüm zorlukları hayal edip, kendinizi çocuğunuzun yerine koymaya çalışıp, O’nun yaşadığı zorlukları anlamaya çalışın” diyen Göktuna, sözlerine şöyle devam etti: “Sınava hazırlanma sürecinde, kendinizi çocuğunuzun yerine koyup, O’nun yaşadığı zorlukları, sınavla ilgili korkularını anlamaya çalışın. Söylediği ve hissettiği şeyler için O’nu sorgulamayın, korkularını görmezden gelmeyin. ‘Bu şekilde hissetmemelisin’ diyerek duygularını düzeltmeyin ve küçümsemeyin. Her koşulda O’nu anladığınızı ve her koşulda yanında olup O’na destek olacağınızı hissettirin.”

SINAVIN ONDAN DAHA DEĞERLİ OLMADIĞINI ANLAMASINI SAĞLAYIN

“Çocuğunuzun ergenlik döneminde olduğunu unutmayın. Bu dönem çalkantılı ve ikilemli bir dönemdir.  Çocuğunuza önerilerde bulunmak istediğinizde onun sizinle aynı şeyleri göremeyeceğini bilin” diyen Göktuna sözlerine şöyle devam etti: “Bunun yanında beden dili ve ses tonu ile verdiğiniz mesajlara dikkat edin. “Sınav bizim için önemli değil, ‘Kazanamazsan da olur’ gibi sözler söylerken; ağzınızdan çıkanla bedeninizin söylediği çelişiyorsa çocuğunuz daha çok beden diline dikkat edecek ve ailenin kaygılı hali çocuğa yansıyacaktır.”

ÇOCUĞUNUZLA İLGİLİ GERÇEKÇİ BEKLENTİLER İÇİNDE OLUN

Ebeveynlerin beklentileri ile çocuğun yapabileceklerinin birbiriyle uyumlu olması gerektiğinin altını çizen Göktuna, “Her anne baba çocuğunun özel olduğunu düşünür, her çocuk belli alanlarda kuvvetli olabildiği gibi belli alanlarda da zayıf olabilir. Beklentileriniz ile çocuğunuzun yapabilecekleri birbiriyle uyumlu olursa, çocuğunuz daha az kaygı yaşayacaktır. Yapabileceklerinin çok daha fazlasını çocuktan beklemeyin sınırlarının üstünde zorlamayın” dedi. 

ÇALIŞMA GAYRETİNİ TAKDİR EDİN! 

Çocuğun sürekli olumsuz yanlarını vurgulamak yerine, olumlu yanlarını görmenin kendisine olumlu bakmasını kolaylaştıracağını hatırlatan Göktuna, sözlerine şöyle devam etti: “Sık sık eleştirmek yerine, geçmişteki başarılarını onaylayın. Olumlu yanlarını ve çabalarını tespit ederek övmeyi deneyin. Çocuklarınıza, başarı ve başarısızlık durumunda, onları destekleyeceğinizi ve olumsuz bir yaklaşım sergilemeyeceğinize inandırın. Bunun için de olabildiğince normal ve her zamanki gibi davranın. Çok fazla hoşgörülü, çok yumuşak davranmaktan kaçının. Çocuğu rahatlatayım diye abartılı davranışlara girişmeyin! Çünkü bu tutum karşısında çocuk, ‘evet gerçekten çok kötü bir durumla karşı karşıyayım bu nedenle bana çok hoş görülü davranılıyor’ gibi bir düşünceye kapılabilir.”

ÇOCUKLARINIZA ZAMAN AYIRIN

Çocuğunuzun bu süreçte neleri yapmadığına  ve yapamadığına değil, neleri yapabildiğine odaklanmak gerektiğini anlatan Göktuna, “Özellikle sınava az bir zaman kala çocuklarınıza, işlerinize ayırdığınız kadar zaman ayırmaya, onlarla birlikte keyif alabileceğiniz etkinlik ve faaliyetlere katılmaya özen gösterin. Sınav önemli olmakla birlikte, çocuğunuza sınavın onun kaderi olmadığını hissettirin.” Dedi. 

AİLE SORUNLARINI KONUŞARAK HALLEDİN! 

Gençlere aile ortamında kendilerini ifade etme imkanı sağlayarak O’na güvenildiği ve birey olduğu hissettirmenin her zaman çok önemli olduğunu söyleyen Göktuna, “Ancak bu  dönemde çocuk ve ebeveynler arasındaki anlaşmazlıkları konuşarak halletmeye çalışmak, bu dönemde çocuklara ağır cezalar vermemek, aile içinde huzurlu ve sakin bir ortam yaratmak sınava hazırlanan çocuğun psikolojisi açısından oldukça önemlidir” dedi. 

Bir diğer önemli konunun da ebeveynlerin gelecekle ilgili kaygılarını, kendi gerginliğini, stresini ve çocuğa yansıtmaması gerektiğinin altını çizen Göktuna, “Kaygının bulaşıcı bir duygu’’ olduğu hatırlanmalı.  Unutulmamalıdır ki ; Çocuğunuzun geleceği konusundaki endişeleriniz çocuğa yansır. Çocuğunuza yansıtmadığınızı düşündüğünüz her olumsuz duygu ve düşünce çocuk tarafından hissedilir bu nedenle aileler kaygılarını azaltmaya çalışmalıdır diye konuştu. 

ENERJİSİNİ YÜKSELTECEK ETKİNLİKLER YAPIN

Çocuğunuzun bunaldığını, keyifsiz, yorgun ve umutsuz olduğunu hissettiğinizde, O’nu dinleyip anlamaya çalışın,  ‘sınav  odaklı’ olmayan konuşmalar yapın, neşeli olun, sık sık espri yapın, O’nu rahatlatacak, enerjisini tazeleyecek etkinlikler yapın, O’nu mutlu etmek için küçük hediyeler alın ve  çocuğunuzla hoş ve keyifli vakit geçirin. 

Sınav öncesinde O’nu mutlu etmek için küçük bir hediye alabilirsiniz.  O’nun başarısı ile O’na duyduğunuz sevginin hiçbir bağlantısı olmadığını her   fırsatta dile getirin. 

SINAVDAN BİR GÜN ÖNCE ÇOCUKLARA NASIL DAVRANILMALI ? 

Sınava bir gün kala, olağanüstü davranışlar sergilememek gerektiğinin altını çizen Zeynep Göktuna, şu bilgileri aktardı: “Akşamınızı rutin olarak sürdürün. Sınavdan bir önceki akşam, çok fazla yorucu aktivitelerden kaçının, belki küçük bir gezi veya havadar bir alanda keyifli etkinlikler yapabilirsiniz. Bu tür zamanlarda çocuklar genellikle konuşmak istemezler, bu nedenle konuşmak istemediği için O’na kızmayın ve bu isteğine saygı gösterin. Kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte son gün ders çalışmak kaygıyı arttıracağından çocuğunuza bir gün öncesinden ders çalışmayı bırakmasını tavsiye edebilirsiniz. Bir gün öncesinde sınavla ilgili haberler duymak, görsel ve yazılı basında çıkan haberleri görmek ve takip etmek zorunda kalmak çocuğunuzun kaygısını attıracağından sınavla ilgili haberler verebilecek televizyon, bilgisayar, gazete gibi kitle iletişim araçlarından uzak durun benzer bir şekilde yakınlarından gelebilecek olan ‘Başarı’ telefonları için de önlem alın.  Çocuğunuzun sınav evraklarını önceden hazırlayın ve çocuğunuza her şeyin tam olduğunu önceden söyleyin. Sınav öncesi en geç 22.30- 23.00 gibi yatmasına özen gösterin, gece uyumakta zorlanıyorsa, ılık bir duş ve dinlendirici bir müzik uyumasına yardımcı olabilir.”

“SINAV GÜNÜNÜ ÇOCUKLARIN EN ÖNEMLİ ANI GİBİ DAVRANMAYIN”

Sınav sabahında da özellikle sakin kalmak, kaygımızı çocuğumuza yansıtmamak  ve ‘ normal bir günmüş’ gibi;  hareket edilmesi gerektiğini söyleyen Zeynep Göktuna, sınav günü önerilerini şöyle sıraladı: “Çocuğunuza, O’nun ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde normal bir kahvaltı hazırlayın ve sınavda rahat edeceği kifayetler giymesini sağlayın. Sınav günü, çocuğun ‘en önemli anı’ymış gibi’ davranmayın, sıradan bir gün gibi davranın ve asla rutininizi bozmayın. Benzer bir şekilde çocuğunuzu törenle, okunmuş şekerle, cümbür cemaat tüm aile sınava yollamayın. Sınava çok erken gitmek çocuğunuzun kaygısını arttırabileceği gibi çok geç gitmek de hem sizde hem de çocuğunuzda stres yaratabilir. Bu nedenle sınav saatine 45 dakika kala okulunuzda olun. 

AİLELER ‘SINAV ANI İÇİN ÇOCUKLARA NELER ÖNEREBİLİR?

Çocuklar için en büyük tehlike sınav anında sınavla ilgili düşünmek olduğuna dikkat çeken Zeynep Göktuna, ailelerin sınav anı için çocuklara verebileceği önerileri şöyle sıraladı: “ Ailelerimiz çocuklarına sınav anında sınavı değil, sorular üzerinde odaklanmasını; heyecanlandığı zamanlarda üçe kadar sayıp nefesini tutup bırakmasını, sınav geçişlerinde birer ikişer dakika mola vermesini öğütleyebilirler. Sınav bittikten sonra, çocuk sınav hakkında konuşmak istemiyor ise O’na saygı gösterilmeli ve sınavla ilgili sorular sorulmaması gerektiği akıldan çıkartılmamalıdır buna ek olarak çocuğunuza beslediğinizin sevginin sınavla ilişkili olmadığını göstermek amacıyla, sınav sonrasında tüm aile üyeleri hep birlikte eğlenceli şeyler yapılması, çocuğunun gerçekten sevildiğini hissetmesini sağlayacaktır.”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Reklam
Yorum Yapmak İçin Tıklayın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Sağlık

Karaciğer yağlanması hepatit için risk oluşturuyor!

Karaciğerin iltihaplanması olarak tanımlanan hepatitin pek çok nedeni olduğunu belirten İstanbul Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatma Bozkurt, hepatitin önlenmesine ilişkin tavsiyelerde bulundu.

Yayınlandı

on

Yazar:

Karaciğerin iltihaplanması olarak tanımlanan hepatitin pek çok nedeni olduğunu belirten İstanbul Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatma Bozkurt, hepatitin önlenmesine ilişkin tavsiyelerde bulundu.

Bütün ilaçların karaciğere olumsuz etkileri olabileceğini belirten Bozkurt, özellikle toksik ilaçların kontrolsüz tüketilmemesi gerektiğini vurguladı. Hepatitin önlenmesinde güvenilir su ve sağlıklı gıda tüketilmesinin önemli olduğuna işaret eden Bozkurt, kilo fazlalığı olanların yüzde 80’inde karaciğerin yağlı olduğunu belirterek bu kişilerin beşte birinde de karaciğer iltihaplanması olduğunu söyledi.

 

Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Hepatit Birliği tarafından belirlenen 28 Temmuz Dünya Hepatit Günü’nde hepatit hastalıklarına dikkat çekilmesi amaçlanıyor. 

İstanbul Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatma Bozkurt, Dünya Hepatit Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada hepatit hastalığının nedenleri ve alınacak önlemlere ilişkin değerlendirmede bulundu.

Hepatit: Karaciğerin iltihaplanmasıdır

Hepatitin karaciğerin iltihaplanması olduğunu belirten Prof. Dr. Fatma Bozkurt, “İltihap denildiğinde her zaman mikroplar akla gelir ama iltihapların bir kısmı mikroplar olmadan da meydana gelmektedir. Bunun en iyi örneği ilaçların karaciğere dokunmasıyla gelişen iltihaplanmadır” dedi.

Hepatitin pek çok nedeni var

Hepatitin pek çok nedeni olabileceğini belirten Prof. Dr. Fatma Bozkurt, bunlardan ilkinin viral hepatitler olduğunu kaydederek diğer nedenleri şöyle sıraladı:

İlaçlar: Bütün ilaçların karaciğere dokunabileceğinin bilinmesi gerekir.

Otoimmün hepatitler: İnsanın bağışıklık sisteminde sapma sonucu vücudun kendi dokularını yabancı gibi kabul edip savaşmasından meydana gelen bir klinik tablodur.

Doğuştan gelen bazı karaciğer hastalıkları: Karaciğerden bakırın atılamaması (Wilson hastalığı), demirin bağırsaktan çok fazla emilmesi (Hemokromatozis hastalığı) gibi.

Alkol: Alkol çok az kullanımda bile karaciğere zarar verebilir.

Karaciğerin iltihaplı yağlanması: Kilo fazlalığı olanların yüzde 80’inde karaciğer yağlıdır. Bu kişilerin beşte birinde de karaciğer iltihaplanması vardır.

 

Hepatit virüsünün beş ana türü bulunuyor

Hepatit pek çok sebebe bağlı olarak oluşsa da en yaygın nedenler arasında viral enfeksiyonların yer aldığını kaydeden Prof. Dr. Fatma Bozkurt, “Hepatit virüsünün beş ana türü bulunmaktadır: A, B, C, D ve E virüsleridir. Bunlar dışında hepatite neden olan diğer virüsler ise Adenovirüs, Sitomegalovirüs, Epstein-Barr Virüsü ve Herpes Simpleks Virüstür. Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun karşılaştığı bu heterojen hepatit virüs grubu morfolojileri, vücuda giriş yolları ve patogenezleri açısından farklılıklara sahiptir. Ancak hangi yolla vücuda girerse girsinler, kan yoluyla hedef organ karaciğere ulaşarak iltihaplanma yapabilmektedirler” diye konuştu.

Hepatit aşısı olmamak risklerden biri…

Hepatite yol açan risk faktörlerinin çevresel, davranışsal veya sağlık sorunları olarak özetlenebileceğini belirten Prof. Dr. Fatma Bozkurt, “Özellikle aşısı olan Hepatit A ve B virüse karşı aşı olmamak önemli bir risk faktörüdür. Bir hepatit virüsü olan Hepatit B ile enfekte bir anneden doğan bebeğe hepatit B immünglobulin ve aşı yapmamak, özellikle fekal-oral bulaşan hepatit A ve E’yi önlemede güvenli olmayan su ürünleri ve sağlıklı gıda tüketmemek diğer önemli risk faktörleri arasında yer almaktadır” dedi.

Toksik ilaçların kontrolsüz tüketimine dikkat!

Çok miktarda uzun süre alkol tüketmek  ve toksik ilaçların kontrolsüz tüketilmesinin risk faktörlerinden olduğunu kaydeden Bozkurt, “Özellikle kan ve vücut salgıları ile bulaşan Hepatit B ve C’yi önlemede kullanılmış kontamine iğnelerin veya hepatit virüsleri ile enfekte olmuş kanla kontamine olabilecek diğer nesnelerin sağlık hizmeti alırken kullanılması, kullanılan iğneleri paylaşmak veya hepatit virüsleri ile kontamine olabilecek diğer nesneleri ortak kullanmak da risk faktörleri arasında gelmektedir” diye konuştu.

Bazı mesleklerde risk oluşabilir

Prof. Dr. Fatma Bozkurt, diğer risk faktörlerini de şöyle sıraladı: “Güvenli olmayan cinsel ilişkiye girerken prezervatif kullanmamak, travmatize seks yapmak veya birden fazla cinsel partnere sahip olmak. Tedbirsiz bir şekilde toksik kimyasallar etrafında çalışmak. Bu tür kimyasallara rutin olarak maruz kalan mesleklere örnek olarak kuru temizlemeciler, boyacılar, sağlık hizmeti sağlayıcıları veya çiftlik çalışanları verilebilir. Bir veya daha fazla hepatit virüsü ile akut veya kronik enfeksiyona sahip olmak. Otoimmün bir bozukluğa sahip olmak.”

Kişisel malzemeleri ortak kullananlar risk altında!

Hepatit için özellikle bazı risk grupları olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Fatma Bozkurt, bu risk gruplarını güvenilir su ve sağlıklı gıda tüketmeyenler, kullanılmış enjektör paylaşımı yapanlar, tıraş bıçağı, diş fırçası gibi kişisel malzemeleri ortak kullananlar, sterilize edilmemiş araçlarla dövme ya da vücut takılarının uygulanmasına maruz kalanlar, güvenli olmayan cinsel ilişkide bulunanlar, korumaya alınmayan kan ve kan ürünlerinin transfüzyonuna maruz kalanlar, sterilize edilmemiş araçlarla tıbbi ya da diş müdahalelerine maruz kalanlar ve hepatit virüsleri ile enfekte anneden doğan bebekler şeklinde sıraladı.

 

Kişisel hijyen kuralları ve aşılama önlemede etkili oluyor

Hepatiti önlemede alınması gereken tedbirlerin yanı sıra takip ve tedavide yapılacak konusunda bilgi veren Prof. Dr. Fatma Bozkurt, “Kişisel hijyen kurallarına uyma, temiz ve güvenli içme suyu kullanımı, uygun kanalizasyon sistemlerinin oluşturulması, alt yapı yetersizliklerinin giderilmesi, aşı uygulamaları ve pasif immünizasyon çeşitli komplikasyonları önlemede faydalı olmaktadır” dedi.

Hepatit B aşı ile önlenebilir

Kronik viral hepatit ajanı olan Hepatit B virüsüne karşı, bağışıklığı olmayan herkesin aşılanmasının Hepatit B’nin önlenmesinin temel aşaması olduğunu belirten Prof. Dr. Fatma Bozkurt, “Yine kronik viral hepatitin bir diğer ajanı olan Hepatit C’ye karşı etkili bir aşı yoktur. Bu nedenle HCV enfeksiyonu önlenebilmesi için riskli grupların virüse maruz kalma riski azaltılmalı. Sağlık hizmeti enjeksiyonlarının güvenli ve uygun kullanımı sağlanmalı, sağlık personelleri hijyen ve koruyucu ekipman kullanımı gibi konularda eğitilmelidir. Bağışlanan kan ve kan ürünlerine HBV ve HCV için serolojik testler yapılmalıdır. Doğru ve tutarlı prezervatif kullanımına teşvik edilmelidir. Vücuda yapılacak her türlü kanamalı işlemlerde kullanılan malzemelerin sterilitesine dikkat edilmeli. Bireysel kişisel malzemeler veya kullanılmış enjektör gibi nesnelerin ortak kullanılmaması önerilmelidir” dedi.

Takipte olmak önemli

Sıklıkla kronik viral hepatite neden olan iki viral ajanın HBV ve HCV olduğunu belirten Prof. Dr. Fatma Bozkurt, “Bunlar günümüzde çok etkili antiviral tedavilerle tedavi edilmektedirler. Hastalık ataklar halinde seyretmesi nedeniyle enfekte kişilerin enfeksiyon hastalıkları veya Gastroenteroloji uzmanlarının takibinde olması, bakım ve tedavi seçenekleri konusunda eğitim ve danışmanlık almaları karaciğer sirozu ve karaciğer kanseri gelişimini önemli ölçüde azaltacaktır” diye konuştu.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Devamını Oku

Sağlık

İstanbul Büyükşehir Belediyesi İBB, alkol ve madde bağımlılığın yanı sıra ekran bağımlılığıyla da mücadele ediyor

İstanbul genelinde 5 merkezde yürütülen çalışmalar kapsamında,   çocuklar ve yetişkinler için ücretsiz bireysel psikoterapi imkanı sağlanıyor.

Yayınlandı

on

Yazar:

İstanbul genelinde 5 merkezde yürütülen çalışmalar kapsamında,   çocuklar ve yetişkinler için ücretsiz bireysel psikoterapi imkanı sağlanıyor. İBB Bağımlılıkla Mücadele Birimlerine, Alo 153 Çözüm Merkezi üzerinden ulaşabilmek mümkün. 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), sosyal belediyecilik yaklaşımıyla hayata geçirdiği ‘Bağımlılıkla Mücadele’ hizmetlerine devam ediyor. Sosyal Uyum Destek Merkezleri (SUDEM) üzerinden yürütülen hizmet kapsamında; alkol, madde kullanım bozukluğu ve ekran (dijital) bağımlılığına yönelik rehabilitasyon gerçekleştiriliyor. 

Son yıllarda dijital teknolojilerin hızlı gelişmesi ve teknolojik cihazlara kolay ulaşılabilirlik, başta çocuklar olmak üzere ekran bağımlılığı konusunu gündeme getirdi. İBB SUDEM’lerde koruyucu, önleyici ve rehabilite edici hizmetler bir arada sunuluyor. Bağımlı bireyler ve yakınlarına sosyal destek ve rehabilitasyon sağlanırken; toplumun genelinin bilinçlendirilmesi ve bağımlılıktan korunması amaçlanıyor.

BİREYSEL İHTİYAÇLARA GÖRE PSİKOTERAPİ

SUDEM’lerde, uzman klinik psikologlarca bağımlı tanısı konulan kişinin ihtiyaçlarına göre bireysel psikoterapi hizmeti veriliyor. Yine bireyin ihtiyacına göre kişi, ergoterapi (İş ve Uğraşı Terapisi) ve spor ile rehabilitasyon çalışmalarına yönlendiriliyor. Bağımlılığın bir “aile hastalığı” olması düşüncesinden hareketle, bireysel çalışmalara ek olarak yakınları da rehabilitasyon sürecine dahil edilebiliyor. 

ÇOCUKLARDA ÖNLEYİCİ ÇALIŞMALAR

Çocukluklarda dikkat eksikliği, uyku bozukluğu, sosyal izolasyon ve akademik başarıda düşüş gibi olumsuz etkiler yaratabilen ekran bağımlılığı konusunda önleyici çalışmalar da yürütülüyor. Çocukların sağlıklı dijital alışkanlıklar geliştirmelerine yardımcı olmak için bireysel psikoterapi ve ergoterapinin yanı sıra ailelerle ve çocuklarla iş birliği içinde çalışılıyor. Ailelere yönelik psiko-eğitimler ve grup çalışmaları gibi atölye etkinlikleri düzenlenerek, ailelerin çocuklarının ekran sürelerini yönetmelerine destek sağlanıyor.

 

5 MERKEZDE ÜCRETSİZ HİZMET

İBB tarafından ilk olarak 2022 yılında açılmaya başlayan SUDEM’ler hâlihazırda Ataşehir, Bağcılar, Esenyurt, Sultangazi ve Sultanbeyli olmak üzere 5 merkezde hizmet veriyor. Tüm İstanbulluların ücretsiz şekilde faydalanabileceği SUDEM’lere İBB Alo 153 Çözüm Merkezi üzerinden ulaşabilmek mümkün. 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Devamını Oku

Sağlık

Uzmanı uyardı! Türkiye’de her yıl 200 bin kişi bulaşıcı sarılığa yakalanıyor!

Türkiye nüfusunun yüzde 5 ila 7’si farkında olmaksızın Hepatit B virüsünü taşıyor!

Yayınlandı

on

Yazar:

Türkiye’de, üniversite çağına gelmiş gençlerin yüzde 90’ının, farkında olmasalar bile A virüsü hepatitini çocukluk çağında geçirdiklerini dile getiren uzmanlar, nüfusun yüzde 5 ila 7’sinin yani 4 milyona yakın insanın da B virüsünü taşıdığını vurguluyor.

 

 Hepatit B taşıyıcılarının bir kısmında virüs ömür boyu hasar vermeden kalabilirken, Hepatit B geçirenlerin yüzde 1 ila 2’sinde zamanla kronik aktif karaciğer hastalığı, siroz ve karaciğer kanseri gelişebildiğini anlatan Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Türkiye’de her yıl 200 bin kişinin bulaşıcı sarılığa yakalandığı hesaplanmıştır. Bu olguların yarısına yakın bölümü B virüsü ile oluşmaktadır.” dedi.

 

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Dilek Leyla Mamçu, Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Hepatit Birliği tarafından belirlenen “28 Temmuz Dünya Hepatit Günü” dolayısıyla yaptığı açıklamada, Hepatit hastalığı hakkında bilinmesi gereken önemli noktaları anlattı.

 

Sarılığın farklı nedenleri olabiliyor

 

Sarılığın, karaciğer tarafından atılan bilirubin maddesinin vücutta birikmesi sonucunda deri ve göz aklarının sararması olduğunu dile getiren Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Sarılığın farklı nedenleri olabilir ve bunlar arasında bazı kan hastalıkları, karaciğeri etkileyen mikroorganizmalar veya doğumsal enzim eksiklikleri yer alabilir. Bilirubin maddesinin vücuttan atılması esnasında karaciğer tarafından suda eriyebilen bir şekle dönüştürülmesi gerekir. Bu dönüşümden önce (bazı kan hastalıklarında olduğu gibi), bu dönüşüm sırasında (karaciğeri etkileyen mikroorganizmalar, ilaçlar veya doğumsal enzim eksikliklerinde olduğu gibi) veya bilirubinin bağırsağa akması sırasında (safra yollarını tıkayan taş, tümör olaylarda olduğu gibi) sarılık ortaya çıkabilir.” dedi.

 

Sarılık bulaşıcı mı?

 

Sarılıkların bazı mikroorganizmalarla oluşanlarının bulaşıcı olduğunu kaydeden Dr.  Dilek Leyla Mamçu, “Bulaşıcı sarılık veya tıp dilinde viral hepatit adı verilen bulaşıcı sarılıklar, A, B, C, D, E ve G virüsleri ile meydana gelir. Bu hastalık karaciğerin yaygın iltihabi hastalığı olarak tanımlanır. Sarılıkların, sadece bazı mikroorganizmalarla oluşanları bulaşıcıdır. Diğer sarılıklarda kesinlikle bulaştırıcılık yoktur.” diye konuştu.

 

Hepatit hastalığının belirtileri nelerdir?

 

Hepatit virüslerinin; bulaşı takiben belirli bir kuluçka dönemi (A virüsü için 15-45 gün,

B ve C virüsü için 30-180 gün) sonrasında hastalık yaptığını anlatan Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Hastaların yarısından fazlasında hastalık sırasında sarılığın ortaya çıkmaması veya silik kalması mümkündür. Bu nedenle pek çok kişi sarılık hastalığı geçirdiğini fark edemez, ancak o sırada tesadüfen bir kan tetkiki yapılırsa anlaşılabilir.” dedi.

 

B, C ve D virüsleri ile oluşan bulaşıcı sarılıklar kronikleşebiliyor!

 

Çocuklarda belirtilerin daha hafif ve kısa süreli olduğunu, özellikle küçük yaş gurubundaki çocuklarda hastalığın teşhis edilmeden geçip gidebildiğini de söyleyen Dr. Dilek Leyla Mamçu, şöyle devam etti:

 

“Hastaların bir kısmında ise; kuluçka süresini takiben, halsizlik, iştahsızlık, mide bulantısı, karnın sağ üst kadranında ağrı, derinin ve gözakının sararması ve idrarın koyulaşması ile başlar. Kısa süren ateş olabilir. Bulaşıcı sarılık genellikle 4-6 haftalık bir hastalıktır, A ve E virüsü ile olanlar sonunda şifa ile biterler ve kronikleşme göstermezler. B, C ve D virüsleri ile oluşan bulaşıcı sarılıklar kronikleşebilir. Bu oran, B virüsü için yüzde 5 -10, C virüsü için yüzde 80 kadardır. D virüsü hepatitinde de kronikleşme oranı yüksektir. Bunun sonucu olarak, Türkiye’de nüfusun yüzde 5-7 kadarı yani 4 milyona yakın insan B virüsünü, farkında olmaksızın taşımaktadır.”  

 

Hastalık nasıl bulaşıyor? 

 

A ve E virüslerinin dışkı ile atıldığını, A virüsü ile oluşan bulaşıcı sarılıkta hastanın dışkısının, sarılığın ortaya çıkışından 2 hafta öncesi ile 1 hafta sonrası çok bulaşıcı olduğunu dile getiren Dr. Dilek Leyla Mamçu, şunları kaydetti:

 

“Bu virüsler ile oluşan hepatitler esas itibariyle, virüs taşıyan dışkı ile kirlenmiş su ve besin maddelerinin (sebze ve meyveler) ağızdan alınması sureti ile bulaşırlar. Virüsle kirlenmiş yüzeylere temas etmiş ellerin ağıza değdirilmesi de kişisel bulaşmada ve virüsün yayılmasında çok önemlidir. B ve C virüsleri ise genellikle kan yoluyla (kan ve kan ürünlerinin alınması, mikroplu enjektör ve iğnelerin kullanılması, ortak jilet veya diş fırçası kullanımı, akupunktur, diş tedavisi gibi) ve cinsel ilişki suretiyle bulaşırlar. Hastalığın, bu virüsleri taşıyan anneden bebeğe geçişi de mümkündür. Ancak, B virüsü hepatitine yakalanmış hastaların üçte birinde geçiş yolu belirlenememektedir.”

 

Bulaşıcı sarılık yaygın mı?

 

Bulaşıcı sarılığın yaygınlığına ilişkin de bilgi veren Dr. Dilek Leyla Mamçu, “A ve B virüsleri ile oluşan bulaşıcı sarılıklar ülkemizde çok yaygındır. Türkiye ‘de, üniversite çağına gelmiş gençlerin yüzde 90’ı, A virüsü hepatitini, farkında olmaksızın çocukluk çağında geçirmiş bulunurlar. A virüsü hepatitinin çoğunlukla çocukluk çağında geçirilmesine karşılık, B virüsü hepatitine yakalanma şansı genç yetişkin ve orta yaş gurubunda en yüksektir. Türkiye’de her yıl 200 bin kişinin bulaşıcı sarılığa yakalandığı hesaplanmıştır. Bu olguların yarısına yakın bölümü B virüsü ile oluşmaktadır.” dedi.

 

B virüsü ile oluşan bulaşıcı sarılık neden daha tehlikeli?

 

B virüsünün yaptığı hepatitin hem çok sık ve yaygın olduğunu, hem de hastaların yüzde 5-10 kadarında, hastalığın alevli dönemi geçtikten sonra tam şifa olmaksızın hastalığın sinsi ve kronik biçimde devam ettiğini anlatan Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Hepatit B taşıyıcısı olarak tanımladığımız bu kişilerin bir kısmında hayat boyu, virüs karaciğerde herhangi   bir hasar yapmadan kalırken, tüm Hepatit B geçirenlerin yüzde 1-2 ‘sinde zaman içerisinde denge, kişi aleyhine bozularak kronik aktif karaciğer hastalığı, bu hastaların da bir kısmında zamanla siroz ve karaciğer kanseri gelişebilmektedir.” şeklinde önemli bilgiler verdi.

 

C virüsü ile oluşan bulaşıcı sarılık tehlikeli değil mi?

 

C virüsü ile oluşan hepatitlerin büyük çoğunluğunun kronikleşerek siroza ve karaciğer kanserine gidiş göstermekle beraber, toplumumuzdaki yaygınlığının çok düşük olduğunu ve bu nedenle C virüsü hepatiti bireysel açıdan tehlikeli bir hastalık olmakla beraber toplumsal açıdan fazla tehlike yaratmadığını kaydeden Dr. Dilek Leyla Mamçu, şu bilgileri de verdi:

 

“Türkiye’de nüfusun yüzde 0.3 – 1.8’i Hepatit C virüsünü taşımaktadır.  C virüsü hepatiti özellikle hemodiyaliz hastaları ve sık sık kan nakli yapılan hastalar için ciddi bir tehlike oluşturabilir. Bulaşıcı sarılık, eğer E virüsü ile oluşmuşsa gebelerde tehlikelidir. Diğer virüslerle oluşan bulaşıcı sarılıkların gebelerde, gebe olmayanlara göre daha ciddi seyrettiği gösterilmemiştir. B ve C virüsü taşıyıcılarının mutlaka hasta olmaları gerekmez. Bu taşıyıcıların büyük çoğunluğu belirti vermez, fakat virüsü çevrelerine yayabilirler. Bazılarında, virüs karaciğeri sessizce hasara uğratır ve siroza giden yolu açar. B ve C virüsü taşıyıp taşımadığını bilmenin tek yolu kan testi yaptırmaktır. Hepatit B ve C test sonuçlarına göre doktorunuz size gerekli açıklamayı yapacaktır.”

 

Taşıyıcılar kan vermemeli

 

Hepatit virüsü taşıyıcısının, hasta olmasa bile, kanı ve diğer vücut sıvılarının hastalığı başkalarına bulaştırabileceğini bilmesi gerektiğini söyleyen Dr. Dilek Leyla Mamçu, bu kişilerin kan vermemesi ve korunmasız olarak bağışık olmayan veya aşılanmamış kişilerle cinsel ilişkiye girmemesi gerektiğini vurguladı.

 

Dr. Dilek Leyla Mamçu, sağlık personeli, virüsü taşıyan kişilerin aile fertleri, kan transfüzyonu yapılan kişiler, damar yolundan ilaç bağımlıları, diş tedavisi görenler, hemodiyaliz hastaları ve hayat kadınlarının hastalık açısından risk altında olduğunu dile getirdi.

 

Hepatit B taşıyıcılığı ve Aşı

 

Hepatit B taşıyıcısı olan kişilerin, düzenli doktor kontrolünde ve başkalarına bulaştırma riskine karşı dikkatli olması gerektiğini kaydeden Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Hepatit B’ye karşı etkin bir aşı bulunmakta olup, aşılanma yüksek oranda (yüzde 95) bağışıklık sağlar ve hayat boyu devam eder. Hepatit C ve E virüslerine karşı henüz aşı yoktur.” dedi.

 

Gebelik ve Hepatit

 

Bulaşıcı sarılık, özellikle E virüsü ile oluşmuşsa gebelerde tehlikeli olduğuna işaret eden Dr. Dilek Leyla Mamçu, “B virüsü taşıyıcı anneden doğan bebekler, doğumda immunglobulin ve aşı ile korunmalıdır.” diye konuştu.

 

Hemodiyaliz hastaları için önlemler

 

Hemodiyaliz hastalarının taşıyıcı olup olmadıkları test edilmesi gerektiğini de ifade eden Dr. Dilek Leyla Mamçu, “Virüs taşıyan hastaların hemodiyaliz cihazları ayrılmalı ve önceden Hepatit B geçirmemiş olanlar aşılanmalıdır.” şeklinde sözlerini tamamladı.

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Devamını Oku

Popüler Haberler

Copyright © 2024 Orbis Medya Bilgi ve İletişim Teknolojileri Ltd. Şti. Her hakkı saklıdır. Web sitemizdeki haber, makale ve içeriklerin her hakkı saklıdır.
İçeriklerimizin izinsiz kullanımı halinde yasal işlem başlatılacaktır.